İnsan yaratılış itibariyle güzelliğe ve estetiğe meyilli bir fıtrata sahiptir. Bu nedenledir ki insanın yeryüzünde varlığının başlamasıyla birlikte, güzellik ve estetik arayışı serüveni hiç bitmemiştir.
Evrenin ilk yaratılışının başladığı zaman olarak kabul edilen Bing Bang (Büyük Patlama) ile birlikte kâinatın en eski 13,8 milyar yıl önce tekillik noktası denilen bir noktadan itibaren genişlemeye başlamasıyla birlikte, kusursuz gezegenimiz vücut bulmamaya başlamıştır. Böylesi eşsiz bir sanat ve o sanat içerisindeki sistematik ve muhteşem işleyişle birlikte çevremizdeki göz alıcı güzellikler inşa edilmiş edilmeye de devam ediyor.
Bunca güzelliğin içerisinde fıtratının gereği, insanoğlu elbette güzelliğe düşkün olacak ve güzellik arayışı içerisinde yoluna devam edecektir.
Peki, gerçekten güzellik isterken güzellik arayışımız devam ettirirken gerçekten estetiğe önem verebiliyor muyuz? Dünyamıza ne kadar güzellik katabiliyoruz ve yaptığımız her iş ve eylemde ne derece güzellik sergileyebiliyoruz?
Güzellik arayışımız sadece aynada gördüğümüz güzelliklemi sınırlıdır?
Aynada gördüğümüz suretimizin güzelliği ömrümüzün bir döneminde bir anlam ifade ediyor olabilir. Peki ruhumuzun ve gönlümüzün güzelliğini dünyamıza yansıtabiliyor muyuz?
Bir dağ başına bir deniz kıyısına gittiğimiz zaman doğanın güzelliklerine şahitlik ederiz… Hoşnut oluruz baktıkça bir çiçeğin varlığından. Kuşların ötüşünden, bir kelebeğin uçuşundan ve arıların vızıltısından haz duyarız. Ve ruhumuzu dinlendiririz bu güzelliklerin arasında nefes aldığımızı yaşadığımızı hissederiz.
Yıldızlı gökyüzünü temaşa ederek, kusursuz yaratılışlara şahitlik ederiz. Yıldızların parıltıları ile dolunayın güzelliğinin denize yansıması olan yakamozu seyrettiğimiz de, zihnimizde ve kalbimizde güzel duygularımız depreşir. Şarkılar ve şiirler mırıldanırız böyle anlarda ve bir kahve içerek sevdiklerimizle muhabbet etmek isteriz.
Dünyamız gökyüzü gezegenler bu kadar muhteşem ve sanatlı bir şekilde gözümüzün önünde dururken kendi kurduğumuz küçük dünyalar olan şehirlere güzellik ve estetik atabiliyor muyuz peki?
Geçmiş çağlara baktığımızda insanların zevklerinin yansımalarını ortaya koymuş oldukları mimari eserler üzerinde görebilmekteyiz. Ve yine medeniyette gelmiş oldukları noktalara kurmuş oldukları şehirlerin mimarilerinde tanıklık ediyoruz. Ayrıca bu eserler vasıtasıyla yaşanmış olan uygarlıkların yaşamlarına şahitlik etmekteyiz. Mimaride eserler milattan önce ve milattan sonra diye ikiye ayrılır. Her çağ da ve her medeniyette sürekli bir değişim ve gelişim olmuştur mimaride anlamda. Bu değişimlerle eserlerin hangi uygarlığa ait olduğunu anlamaktayız.
Yeryüzü bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış. Günümüzde mimari izlerine en çok rastladığımız başlıca uygarlıklar ise, Mısır, Çin, Roma, Selçuklu ve Osmanlı devleti olarak göze çarpmaktadır. Ülkemizde ve bölgemizde bu tarihî yapıların estetiğini ve ihtişamını seyrederken insanın hayretler içerisinde kalmaması elde değil.
Osmanlı döneminde yapmış olduğu camileri ile ün kazanmış olan Mimar Sinan'ın eserleri adeta depremlere meydan okuyarak yüzlerce yıldır tarihe şahitlik etmeye devam etmektedir.
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi insanın güzelliği ve zevk anlayışı yapmış olduğu eserlere yansıyor. Eski çağlarda ve uygarlıklarda şehirler mimarisiyle medeniyetin en büyük göstergesi sayılırdı.
Günümüzde ise bir çoğumuz şehirlerden şikayetçiyiz. Zira artık Mimar ve mimari yerine nasıl ucuza mal ederim ve fazladan kaç kat yaparım düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Sanırım çağımızda zevke ve estetiğe bakış açımız paraya yenik düştü.
İnsanı ayakta tutan ruhudur ruh olmadan bedenin ayakta durması mümkün olamaz. Şehirlerin ruhu da mimarisidir. Mimarisi sağlam ve estetik olmayan bir şehir uzun süre ayakta duramaz.
Tekrardan estetik yapılı şehirler inşa etmemiz dileğiyle esen kalın.
Her türlü görüş ve önerilerinizi sahaf1sahaf@gmail.com adresinden iletebilirsiniz.