Bazı kelimeler ve cümleler var ki, onlara yüklediğimiz olumsuz anlamlar sebebiyle arkalarına gizlenmiş gerçek manayı göremeyebiliyoruz.
Hele de bu olumsuz telakki ettiğimiz kelimeler ve cümleler, duygu cinsindense, o zaman durum biraz daha vahim olabiliyor, çünkü tüm duygular bize bir amaç doğrultusunda kastî olarak verilmiş. Bunlardan birini anlatmaya ve anlamaya çalışacağız bu sefer, hayatımızın çok içinde ve sanatın da ortasında bir kavramdan, “zevk” duygumuzdan bahsedeceğiz.
Zevk alabilmek, bir çok nimette olduğu gibiçoğu zaman kıymetini bilmediğimiz bir nimet. Hatta bazen, nimet olduğunu bile fark edemeyip nikmet olarak gördüğümüz bir duygu. Hâlbuki insandaki her özellik gibi zevk de kendi başına kötü değil, amaçsız değildir.
Zevk, hayatı korumak ve yaşam kalitesini yükseltmek için verilmiş duygulardan biridir Hayatı korumak kısmı biraz garip gelebilir, ancak zevkin en temel işlevi belki bu. O lezzet olmasaydı yemek yemek, uyumak gibi bir sürü temel ihtiyacımızı ancak ölecek duruma geldiğimizde gidermek aklımıza gelirdi, hatta belki de gelmezdi bile. Hayatî faaliyetleri devam ettirmenin yanında bir fonksiyonu daha var, o da hayatı daha kaliteli hâle getirmek. Zevkin lügat mânâlarından birisi “lezzet” diğeri ise “güzeli seçme kabiliyeti”. Kimi insanlar için kullandığımız “zevk sahibi” ifadesi bu ikinci anlamdan geliyor. Zevkin sanatla ilişkisi de buradan çıkıyor zaten. Zevk sahibi kimse, isterki hayatını güzel şeylerin içinde geçirsin. Güzel müzikler dinlesin, lezzetli yemekler yesin, hoş manzaralar seyretsin, dostlarıyla keyifli, lezzetli sohbetler etsin. İyi şeylerden iyi istifade etsin.
Zevk dediğimiz mesele iki yöne ayrılır aslında; bedensel arzuları tatmin etmekten gelen hayvanca ve hoyratça tüketim odaklı zevk, diğeri ise tüm duygulara sindirilerek, insanî ihtiyaçların karşılanmasıyla tecrübe edilen üstün zevk.
Rafine zevk sahibi olmak diye bir ifade vardır; rafine, yani elenmiş, damıtılmış, ince bir zevk sahibi olmak. Gurmeleri düşünün mesela. Yemek yerken lokmaları bütün bütün yutmazlar da dakikalarca çiğneyerek tüm tadı almaya, yemeğin içindeki tüm malzemeleri ve birbirleri ile olan uyumunu tatmaya çalışırlar. Bu, yapılan yemeğin hakkını vermektir. Müzik dinlerken her önüne geleni dinlemeyen, seçen, dinlediği müziği yalnızca “kulağına hoş geldiği” için değil, tekniğini, hikâyesini, ruha hissettirdiklerini tek tek fark ederek dinleyen insanlar vardır. Buna baktığımızda şunu görüyoruz: insanî zevk, yalnızca bedenle alınan değil, akıl, kalp, ruh, vicdan gibi zahir ve batında yer alan duyguların hepsiyle alınan bir zevk oluyor. Tattığımız lezzetin hikâyesi, kimin elinden çıktığı, bize ne ifade ettiği aldığımız lezzeti etkiliyor.
Tüm bunları, insanın dünya yolcuğu içerisinde anlamlı bir yere oturtmaya çalıştığımızda şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz: İnsan, bu dünyaya yükselmeye gelmiş bir canlı olarak, her kabiliyetini geliştirip amacı doğrultusunda kullanmayı öğrenmeli. Bu sebeple, kendisine verilmiş zevk duygusunu da geliştirmeli, her önüne gelenden kaba ve vahşi bir lezzet almamalı, güzeli seçmeyi öğrenmeli. Yalnızca bedeniyle değil, aklı, kalbi, ruhu ve vicdanıyla lezzet alabilmek için kendisini eğitmeli.
Peki bunun bize ne faydası olacak, diye sorabilirsiniz. O zaman şöyle diyelim:
Ruhu letafeti görmeyen, aklı ince yazıları okuyamayan, vicdanı umursamaz, bedeni önüne geleni yutan, nasıl zevk alsın her yönüyle sanatlı dünyadan.
Hayatınız zevkiniz zevkiniz hayatınız olması dileğiyle esen kalın.
Her türlü görüş ve önerilerinizi sahaf1sahaf@gmail.com adresinden bize iletebilirsiniz.