Bir gün kaldırımda yürürken, küçük bir çocuğun ayağının taşa takıldığını ve düştüğünü gördüm. Düştüğü yerden kalktı ve sıyrılan diz kapağını görünce ağlamaya başladı. Üç yaşlarında görünen bu erkek çocuğu hafif sıyrılmış olan diz kapağına bakarak, olabildiğince ağlamaya başladı. Büyüdüğünde yüreğini kanatacak, ağlatacak olan insanlar o ayağına takılan taş gibi küçük olmayacaktı belki ama yüreğini o taştan daha çok acıtacaktı. Belki de ilk acısını tattı, ilk sınavını verdi, güçlü olmayı öğrendi. Belki de elinden tutarak yerden kaldıran annesine olan güven duygusu daha da arttı. ''Ağlama!'' Diyordu anası. ''Erkekler ağlamaz!'' Erkekler de ağlar. İçin için sessizce ağlar, karanlık köşede ağlar ama erkekler de ağlar.
Küçüklüğümüzden beri ağlamayı yasaklamışlar büyüklerimiz. Ağlamayı zayıflık, gülmeyi şımarıklık görmüşler. ‘’Sus, ağlama, sen konuşma, büyükler varken küçükler konuşmaz! ’’ sözlerine benzer sözlerle susmayı, konuşmamayı, fikirlerimizi söylememeyi öğretmişler. Çarşamba günü, ağlayan çocukların ağzına terlik vurulduğunda ağlamayacağına, ağlamanın ağıt getireceğine inanmışlar. Kötü gün habercisi kabul etmişler sürekli ağlayan çocuğu. Oysa canın acıdığında ağlamak ister insan. Gözyaşı acılarını yıkar, aydınlığa çıkmak için. Süzülürken gözyaşların yanağına doğru içine bir ferahlık gelir tarif edilemeyen. Gözyaşı ile beraber biter sanki acıların. Çözüm yollarına bakarsın gözyaşlarını kurularken. ‘’Ağlayan kanser olmazmış.’’ Derler. Tıbbi açıklaması var mı, bilmem ama ağlamak insan işiymiş onu anladım.
AĞLAMAK İNSAN İŞİ
Ta… çocukluğumuzdan çok görmüşler
Yasaklamışlar ağlamayı
Ne yangınlar söndürür oysa iki damla gözyaşı
Bazen özür sayılır, bazen elveda sen ağla
Sevdiceğim
İçinden geliyorsa ağlamak insan işi
Gökyüzü bile nasıl ağlar, elinden alınınca Güneş'i
Yürek taşıyan bir insan gibi
Erkeklerde ağlar sevdiceğim
Ağlamak insan işi
Gonca Aydemir