Fransız Devlet Bakanı Talleyrand’ın “Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar da tatlı.” diye tanımladığı kahve hem kültürümüzde hem de günlük yaşamımızda yabana atılmayacak kadar önemli bir yer edinmiş...
Kahvenin tarihçesi, M.S. 850 yılına dayanır. Etiyopyalı bir sığırtmacın, güttüğü keçilerin bir meyveyi yedikten sonra canlanmalarını fark etmesiyle başlamış. Kendisi de bu meyveyi denemeye karar vermiş keçi çobanı yedikten sonra duyduğu güç ve mutluluk çok hoşuna gitmiş
Daha sonra keşişler denemiş bu gizemli meyveyi; ancak acı tadını beğenmediklerinden hepsini ateşe atmışlar. Kısa süre sonra lezzetli aroma burun deliklerine dolunca keşişler çok meraklanmışlar ve kavrulmuş meyvelerden bir içecek demlemişler. Öylesine güzelmiş ki ortaya çıkan içecek, bunu Allah’ın bir hediyesi olarak görmüşler; çünkü bütün gece ayık kalmışlar kahveyi içtikten sonra. Böylece kahve tohumunun ünü, kısa süre içinde bölgede yayılmış. M.S. 1000 yıllarında kahve Yemen’de üretilmeye başlanmış.Osmanlı İmparatorluğu Yemen’e doğru genişledikçe,
Osmanlıların kahveyle tanışması 1517 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul’a getirmiş ve sarayı kahveyle tanıştırmış. Türk kahvesini, sarayın görkemli salonlarında, kırk kişilik kadrolu kahveci ustaları sultana servis etmeye başlamış. Haremde cariyelere doğru kahve pişirme dersleri verilmiş.
İlk kahvehane 1550 yılında İstanbul’da açılıyor ve kısa sürede kahvehaneler, insanların bir araya gelerek kahve içtikleri, tartıştıkları, fikir alışverişinde bulundukları ve iş konuştukları mekânlar durumuna geliyor. Bu kahvehanelerden ilki Tahtakale’de açılıyor ve tüm şehre hızla yayılmaya başlamasıyla halk kahveyle tanışmış. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurmuş.
Zaman içinde Avrupa mutfağına giren ve bir çok hazırlama metodu denenen kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek “Türk Kahvesi” adını almış. Şimdi ise bildiğiniz üzere damak zevkine göre kahvenin çeşitliliği artarken, pişirme yöntemleri de hayli gelişmiş durumda. Ama yine de kavrulmuş ve odun ateşinde ağır ağır pişen kahvenin yerini hiçbiri tutmuyor. Tabi herkesin damak zevki farklı olabiliyor :)
Gelelim meşhur tuzlu damat kahvesine.
Eski zamanlarda, gelin ve damat adayı görücü usulü ile olduğundan dolayı, kız ve oğlan tarafları ilk kez kız isteme töreninde bir araya gelirmiş. Gelin tarafı ve erkek tarafı birbirlerini şöyle bir süzer, gelin hemen kahveyi hazırlarmış. Gelinin ilk kez gördüğü damat adayını beğenip beğenmediği de burada ortaya çıkarmış. Çünkü gelin hanım eğer damat adayını beğenirse kahvesini şekerli yaparmış. Hatta yanına tatlı da getirerek “Seni ailem de ben de istiyoruz.” mesajı verirmiş.Ancak her hikaye maalesef ki güzel bitmiyor. Gelin adayı eğer damadı hiç beğenmediyse kahvesine şeker yerine tuz koyarmış. Tuzlu kahveyi içen damat adayı, kızın kendisini beğenmediğini anlayıp anasını babasını toplayarak bu işten vazgeçermiş. Tuzlu Türk kahvesi servis etmenin işte böyle subliminal mesajı var. Bu nedenle tuzlu kahve ikram gelin adayları kahveye tuz katarken bu mesajı dikkate olmalılar diye düşünüyorum.
Türk kahvesi keyfinde bir gün geçirmeniz dileğiyle esen kalın.
Her türlü görüş ve önerilerinizi sahaf1sahaf@gmail.com adresinden iletebilirsiniz.