Hangi renkler süslerdi tuvalimi... Bir Zümrüdü Anka olsam, alır mıydı Kaf Dağına beni? Hayallerin dünyasını, gerçeklerin hayalleri bölüyor günümüz dünyasında. Su akarken doldur destini diyorum kendi kendime. Şu ânın bir daha eline geçmeyecek. Elbet bir yarenliği var zamanın bize akıtacak. Elbet dediği, diyeceği güzel sözleri var.
Zamana dikkat kesilip kulak vermeli... Kalp ritmini, zamanın sesini duymaya odaklanmalı... Baş döndürücülüğünü okumalı tüm hadiselerin. Bulutlara bakmalı, Ummanda uçuşan o bulutlara. Sonsuzluktan haber getirircesine, hüznümüze neşter vuruyorlar tüm duygularımıza umut olurcasına.
Soruların girdabı, labirentlerin çıkmazı gibi. Neyi nasıl anlatacağının sancısı sarıyor insanı çoğu kez. Bir ikindi düşüyor her gün sayfamıza, aslında her şeyin ömrü bir nefeslik gibi. Ne taşlar uzun yaşıyor, ne tan yeri , ne de rüyalarımız... Güneşin tel tel olmuş ışıkları tararken saçlarımızı, bir başka dünya yürüyor zamanın omuzlarında. Bir telâş ve koşuşturmacanın sonunda, aydınlık ve karanlığın duvarlara çizilen resmi... Yarım kalmış hikâyelerin hiç tamamlanmayacak sonu gibi sanki...
İnsan yaşadığı her saniyede, ilmek ilmek, tel tel kendi hikâyesini örüyor. Her bir yaşanmışlık bir düğüm bir ilmek olup atılıyor zamana. Her var olan, hayatımıza öyle ya da böyle giren her şey, yolumuza döşenen bir taş, yaptığımız her doğru ve yanlış, neye göre, kimin için tartışılır her biri, Kimi acı, kimi tatlı olan bu izler mührünü vuruyor anılarımıza. İnsan yaşadığını unutuyor, şahısları unutuyor, ama o an hissettiklerini asla unutmuyor. Belki de olması gereken böyledir. Her iz, bir notadır belki ve biz o notaları biriktirerek kendi şarkımızı tamamlıyoruzdur. Ya da tuvalimize sürdüğümüz, ebru teknemize döktüğümüz bir renk damlasıdır. Biz resmimizi arıyoruzdur aslında da, hayat bu arada kendini bize yaşatıyordur kimbilir...
Beklemenin, beklerken yürümenin, yürürken düşünmenin, düşünürken de bin bir ihtimalden birine karar vermenin adıdır belki hayat. İstemli ya da istemsiz, iradî ya da gayri iradî karşımıza çıkan onca şey! Yürürken önümüzden, arkamızdan geçen, sadece bir kez, bir an yüzlerini görüp yolumuza devam ettiğimiz binlerce insan... Yürüdüğümüz patika, her gün defalarca üstüne bastığımız kaldırım, önümüze çıkan yavru kedi, ağaçlardan düşen kuru bir yaprak, bir güvercin, fark etmediğimiz karınca, budanmış ağaç, yol kenarına dökülmüş ve üstünden geçtiğimiz kum yığını...
Hiçbir şeyin rastgele, tesadüfen olmaması insanın başını döndürüyor. Ama hayır! Her şey bir düzenin bize akseden yönü ve bunlar bizim resmimizi tamamlayan puzzle parçaları... Ne kadar anlamsız, alâkasız, alelâde görünseler de, onlar olmadan tam olmaz resmimiz...
Tatlı bir bahar esintinin yüreğimizi birden yalayıp geçmesi... Gülü, güzelliği ve dikeniyle sevenler için, bazen dikenleri batıp kanatsa da, kokusu, rayihası ve güzelliği o acının tesirini ortadan kaldırır. Hayatı da böylesi bir gönülle karşılamak, aldığımız yaraları sarar, şifa verir. Çünkü bize isabet eden hayatın her şeyiyle bize göstermek istediği bir şeyler var. Vereceği bir ders ve bırakmak istediği bir iz var. Bize kendimizi tamamlatacak bir iz, ve sanat değeri ölçülemeyecek kadar eşsiz bir resim... Bize düşen de kendi senfonimizi tamamlayıp dinlemek olmalı... Sonsuzluk bestesinin en hisli bir şarkısı olarak...
Zamanın güzellikler getirmesi dileğiyle esen kalın.